Milliyet.com.tr'den bir haber:
"Hızlı internette gaza bastı, 100 Mbit'i 149 TL
Türk Telekom, gelirlerin sürekli arttığı ADSL yatırımında hız limitini 100 Mbit'e çıkardı. Burada adil kullanım kotası 100 GB oldu
Türk Telekom (TT), 1 Ocak'tan itibaren genişbant internette (ADSL) 100 Mbps erişim hızına ulaşıyor. Bu hızla 1 saniyede 1 şarkı, 1 dakikada 700 MB'lık bir film internetten bilgisayara yüklenebiliyor. Daha önce pilot uygulamaların gerçekleştiği VDSL2 teknolojisiyle en yüksek 32 Mbps sunan ve ADSL'de 8 Mbps kadar hız sağlayan Türk Telekom, VDSL2 ve ADSL2+ teknolojileriyle ilgili yeni tarifelerini açıkladı" Milliyet bu haberini Türk Telekom CEO'su Gökhan Bozkurt'un yaptığı açıklamalara dayandırıyor.
Ohh ala…
Sayın Gökhan Bozkurt bu açıklamaları yaparken TTNET'in Samsun gibi bir şehirde daha 1Mbps hizmet bile vermekte güçlük çektiklerini, 2Mpbs hizmet vereceğiz diye taahhütte bulunmalarına karşın bu hizmeti veremediklerini, 1Mpbs'lik hizmete 2Mpbs faturası gönderildiğini dahası ttnet'in müşterilerine Çin işkencesi uyguladığını biliyor muydu acaba.
En iyisi ttnet müşterisi olarak başımdan geçenleri baştan anlatayım.
Anlatayım ki kampanya adı altında sunulan tuzaklara tüketiciler düşmesin:
1855049379 nolu ttnet abonesiyim. Yıllardır da ttnet müşterisiyim.
Yıllardır da internete yavaş bağlanıyordum.
1Mbps hız ile idare ediyorduk. Çocuklar büyüdü. PC sayısı birken iki oldu.
Haliyle hız da yetmez oldu.
Yoğun baskılara dayanamadım. Haziran 2010 kampanyadan
faydalanıp hızımız 2Mbps'ye çıkarma kararı aldık.
Almaz olaydık.
Artık internet hizmetinden gerektiği gibi yararlanamıyor bağlantımız sıklıkla kesiliyordu. 4440375'i aradım.
İlgilendiler. Hallettik dediler.
Yanılıyorlardı. Çünkü internetimiz yine kesiliyordu. Yine aradım.
Hep daha iyi hizmet verebilmek için konuşmalar kaydediliyordu.
Böylece epey zaman geçti. Sonunda Samsun Atakum ttnet arıza timi kesintini nedenini buldu.
Teşhis "altyapınız yetersiz olduğundan 2Mbps hız ile bağlantıda sorun yaşıyorsunuz".
Garip…
Garip olan Türk Telekom hizmet verdiği yöredeki altyapıyı bilmiyor yararlanamayacak olan müşterilerini kampanyadan faydalandırıyordu. Ne de olsa müşterilik süresini 24 ay daha uzatıyordu. Kümesteki kaz misali…
Eee ne olacak diye sorunca "hızınızı 1Mbps'ye indireceğiz öyle bağlanacaksınız" dediler. Sağlık olsun dedim.
"Ya faturalar". "Bu sizin kabahatiniz değil, hizmeti biz veremediğimizden 1Mbps üzerinden ücretlendirileceksiniz" karşılığını alınca makul dedim.
1Mpbs'ye inmiştik ama faturalar 2Mpbs hızda gelmeye devam ediyordu.
Görünen o ki telefonla halledememiştim. 30 Ekim tarihinde Samsun Atakum Telekom müdürlüğüne gidip bu işle memur edilmiş görevliye dilekçe verdim. "Tamam Hocam" dedi. "Sizi üzmüşüz. Halledeceğim. En kısa sürede"…
Bu görevlinin halledişi üzerinden iki fatura daha geldi. Kasım faturası 67tl (2Mpbs'lik sınırsız tarife faturasıdır). Aralık faturası ise 167tl (2010123898199 nolu fatura).
Bu bardağı taşıran son fatura oldu. 167tl hiçbir tarifeye uymuyordu.
Derhal telefona sarılıp 4440375'i aradım. İyi hizmet palavrasını, konuşmaların kaydedildiği yalanını dinledim (Yalan çünki her aradığım görevli önceki kayıtlardan bi haberdi).
Sonunda bir görevliye bağlandım. 167tl'nin ne olduğunu sordum. Meğer kampanyadan vazgeçtiğim için ödemem gereken ceza imiş.
Doğru dürüst alamadığın hizmete mi yanarsın, haksız yediğin cezaya mı..
Kampanyadan vazgeçmediğimi ve başımdan geçenleri bir bir anlattım. Hak verdi. Haklı olmak yetmiyor. Diğerleri gibi yardımcı olmak için elinden geleni yapacağını söyledi. Artık inanmıyordum. "Daha üst düzey birini bağlayın" ısrarım üzerine takım lideri olduğunu söylediği Oğuz Bakır'a yönlendirdi.
Başımdan geçenleri Oğuz Bakır'a da anlattım bir bir (Konuşmaların kaydedilme ihtimalini göz önünde bulundurarak konuşma tarih ve saati 25.12.2010 17:00-18:00 arası)…
Öfkeme yenilmeden…
O da haklı olduğumu ifade eden sözcüklere ilgileneceği ifadesini ekledi. Telefonumu da aldı. Bu yeni bir aşamaydı. Telefonumu almıştı.
Yetinmedim.
http://www.ttnet.com.tr/web/386-1744-1-1/tur/destek/destek_-_bize_ulasin/bireysel_musteriler_icin
linkindeki "bize ulaşın" formunu doldurarak şikayette bulundum.
Bulundum ama içimden bir ses "böyle vurdumduymaz, böyle ilgisiz bir kurumla boşuna vakit kaybediyorsun, hakkını mahkemede ara" diyordu.
GÜNCELLEME (31.01.2011) Yazının yayımlanışı üzerinden gün geçmeden ttnet halkla ilişkilerden bir bayan yetkili aradı. “Hatamızı düzelteceğiz” dedi.
Bu sözü çok duyduğumdan üzerimde herhangi bir etkisi olmadı. Yetkili bayan yarın yine arayacağız dedi. Aradılar da... Hatalı kesilen faturayı ödemememi rica ettiler. Doğru rakamlardan oluşan fatura düzenleyeceklerini, yaptığım fazla ödemeyi düzenleyecekleri faturadan düşeceklerini sözlerine eklediler. Doğru faturayı 28.01.2011 tarihinde ödedim.
Ttnet’in fatura işkencesi iki aylık bir süreç sonunda mahkemeye taşınmadan sona erdi. Yaşanılanlar ttnet’te bir çok kişinin görevini savsakladığının göstergesi değil midir?
Ortaya koyduğumuz bu hatalar silsilesi alternatifsiz bu kuruluşta çağdaş hizmet anlayışının yerleşmesine vesile olacağını umuyorum
Musa Özcan
1855049379 nolu TTNET müşterisi
Fotoğraf-Haber: http://www.milliyet.com.tr/hizli-internette-gaza-basti-100-mbit-i-149-tl/ekonomi/haberdetayarsiv/25.12.2010/1330751/default.htm
25 Aralık 2010 Cumartesi
21 Aralık 2010 Salı
YARIŞMA PROGRAMINDA BİR UZMAN
TARİH UZMANINA BAK !
Kolay değil; soruları doğru bilen yüklü bir paraya konacak bir anda.
Seçtiği alan nedir? Sunucu soruyor bunu.
"Elbet tarih!" diyor hanım kızımız. "Ben, Tarih alanında yüksek lisans yaptım."
Ala ve rana.
Nerede yapmış?
"Bir batı üniversitemizin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde."
İyi, güzel.Soru geliyor.
"Hazır mısınız!"
"Evet."
"1960 yılında Türkiye'de derin değişikliklere neden olan askeri,siyasi bir olay yaşandı.Nedir?"
" Çıkaramadım efendim. Biraz ipucu."
"Tarih uzmanısınız efendim, bilmelisiniz. İpucuna gerek yok."
" Hatırlayamadım. Lutfen bir ipucu."
"Peki!.. Bu olay Mayıs ayında oldu."
"Bilemiyorum. Demek ki, bende iz bırakmamış bu olay."
"Sizde iz bırakmamış olabilir. Fakat, Türkiye tarihini derinden etkiledi."
"Hatırlayamadım."
"İpucu veriyorum. Menderes, Bayar, Gürsel, Milli Birlik Komitesi, Yassıada."
"Yavaş efendim, yavaş…Nedir bu saydıklarınız? Soruyla ne ilgisi var!"
"İpucu dediniz ya, işte onun için…"
"Ben, hiçbir bağlantı kuramadım efendim. Biraz daha açar mısınız !"
"Peki…Bu olan 1960 yılının Mayıs ayında, 27. gün oldu."
"Hımmmm….Türkiye, o gün NATO'ya mı girmişti, durun durun galiba CENTO'ya…"
"Hayır efendim! Hiç ilgisi yok. Süreniz dolmak üzere. Biraz düşünün lutfen."
"Ben o tarihte daha doğmamıştım ki. 1970'liyim."
"Olabilir. Ama, Tarih alanında mastır, yüksek lisans yaptığınızı söylediniz."
"Evet, hem de jürinin tamamı en yüksek puanı verdi bana. Tezim de kitaplaştı."
"Geçmiş olsun efendim. Süreniz doldu. Ne yazık ki, yarışmayı yitirdiniz."
"Aman, nasıl olur! Bir soru bilemedim diye !.."
"Kusura bakmayın, kural böyle hanfendi. Buyurun!"
…………….
Tarih öğretmenlerine öğrencilerin verdiği onurlandırıcı bir ad vardır: Tarihçi .
Bu hatun tarihçi midir şimdi?
Mastır yapmış.
Mastır, demeli yüksek lisans yapan uzmandır artık, ustalaşmış demektir çalıştığı alanda.
27 Mayıs 1960 devrimini öğrenmemiş. Neden? O tarihte daha dünyaya gelmemiş de.
29 Mayıs 1953'te de hiçbirimiz doğmamıştık. Fakat, İstanbul'un fethini biliyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin DP iktidarını düşürmesi öyle önemsenecek bir olay mıdır ki, öğrenilsin. İncelenmeğe, araştırılmağa değer görülsün!
Hatun kişi bizim eğitim düzenimizin somut örneği, dikkat çekici, güzel bir ürünü.
İlkokulu, ortaokulu, liseyi, fakülteyi bitirdi. Tarih okudu. Yetmedi. Yüksek Lisans yaptı.
Olasıdır ki doktora da yapmıştır ve şimdi doçent olarak ders veriyordur
ortaokullaştırılmış bir üniversitemizin bir fakültesinde…Öğrenci cahil kalmasın deyu…
Prof. Dr. Emrullah Güney
--
12/21/2010 02:39:00 PM tarihinde özcan tarafından Maydanoz... adresine gönderildi
11 Aralık 2010 Cumartesi
MÜFETTİŞ OKULU DENETLER ÖĞRETMEN HAZIRLIKSIZDIR!
GÖRE ÇAYI NEREYE GİDER
Emrullah GÜNEY
Emrullah GÜNEY
“ Çocuklar! Amerika bizim dostumuz. Askerimize silahı o veriyor. Tank,top,tüfek,uçak…Milletimize süt tozunu o veriyor.
Her yıl gemiler Amerikan buğdayı getiriyor.
Ya değilse fırınlarımızda ekmek yapacak un bulamayız.
Bu Amerika var ya, böyük bir memleket.
En böyük ırmağı da Missisipi…
Bu ırmak akar akar da Atlas Okyanusu’nda Meksika Körfezi’ne dökülür.”
Duvarda bir Türkiye haritası var.
Eski. Pul pul dökülüyor.
Irmaklar kesik kesik…
Kavlak yerlerde dağ mı var,göl mü? Belli değil.
Fakat, Öğretmen Ahmet Yiğitaslan’ın anlattığı Amerika nerede, bilmiyoruz.
Yıldızlar kadar uzak bize… Bizim evimizde, ablalarımın atlasları var. Onlara bakmışım ama.
Fakat, haftada birkaç kez aynı bilgileri veriyor öğretmen.
Duya duya ezberlemişiz. Başka bir şey anlattığı da yok.
Ezgin, bıkık, sinirli…
……………
Nevşehir’den yürüyerek gelmiş öğretmenimiz. Yorgun. Bir saat kadar çeker yol.
Sobada odunlar yanıyor. Tatlı bir sıcaklık yayılıyor dersliğimize.
Ahmet Yiğitaslan esniyor. Gözleri kapandı kapanacak.
Tam o sırada önde İlköğretim Denetmeni, arkada okulumuzun Başöğretmeni Kemal İlktürk giriyor. Birden canlanıyor bizim öğretmen. Dersliğe girenlere doğru yürüyor.
Sanki kucaklamak ister gibi. Fakat, denetmen, elini uzatıyor, tokalaşıyor.
“ Hoş geldin muhterem müfettiş bey!” diyor öğretmenimiz.
Kemal Bey’in yüzü apal olmuş. Belki,buradan önce bir konu ile ilgili aralarında tartıştılar.
Denetmen – adını sonradan öğrendim:Mehmet Kayalı- sıraların arasında geziyor.
“ Hocam!” diyor “ Bazı çocukların önünde defter, kitap, kalem, silgi, atlas yok.Neden?”
Ahmet Bey’in titrediğini görüyoruz.
“ Valla, ben, getirmelerini söylüyorum, amma velakin pek emir dinlemez bu köyün çocukları.”
“Hımmm…Nedir dersiniz?”
“Coğrafya efendim.” Yüzü aydınlandı. Gülümsedi. “Amerika’yı işliyoruz.”
Denetmen, Hasan’ı işaret etti.
“ Sen, çocuğum, ayağa kalk!”
Hasan ayağa kalktı.Ellerini uzattı.Beşinci sınıftaki ağabeylerimiz, denetmen geldiği zaman ellerin kirine baktığını söylemişlerdi. Tırnağı uzun mu, değil mi, onu da denetlermiş.
Hasan’ın elleri apal…
Çünkü, okulun biraz yukarısındaki çeşmede çakılla kazıya kazıya kirini çıkartmış elinin.
Denetmen, ellerine bakmadı Hasan’ın. Pencere’den dışarıya bakarak, sordu.
“ Bu çayın adı nedir?”
Hasan yanıtladı: “Öz.”
“Bir adı yok mu?”
“Biz bilmek. Öz dirik.”
“Bilmeyiz, deriz diyeceksin. Pekiii, nereden geçer, nereye dökülür bu su?”
“………………….”
“Yavrum, kendi köyünün önünden geçen su. Bilmelisin nereye doğru akıp gittiğini.”
O sırada Ahmet Yiğitaslan öğretmenime bakıyorum. Sararıyor, kızarıyor, bozarıyor.
“ Efendim, siz ona Amerika’yı sorun, Amerika’yı!” diyor ivecen ivecen.
Denetmen aldırmıyor.
“ Haritada bul bakalım Nevşehir’i,köyünüzü…Bu çay nereye katılıyor, sonra ne oluyor?”
Hasan ağlamağa başlıyor. Sümüğünü çeke çeke. Kemal İlktürk utancından apal olmuş.
Hasan’da yanıt yok.
Öğretmenimiz Ahmet Bey, ısrar ediyor.
“ Müfettiş Bey, Amerika’yı sorun, dostumuz Amerikan hökümetini…Hepsi de iyi bilir.”
Fakat, bu denetmen sakar bir adam galiba. Ahmet Bey’in dediğini yapmıyor.
Gülten’i kaldırıyor.
“ Kızım! Sen söyle. Kızılırmak nereye dökülür?”
Gülten’de yanıt yok. Yüzü kızarıyor.
Ben yanıtı biliyorum, ama, oturduğum yerde titriyorum.
İkircikliyim. Parmak kaldırsam mı?
Ya azarlarsa denetmen, başöğretmenimiz…
Birden gözgöze geliyoruz öğretmenimizle. Sevinçle bağırıyor ortalığa:
“ Müfettiş Bey, Emrullah’a sorun! O bilir.”
Denetmen aldırmıyor. Özellikle süklüm püklüm oturan öğrencilere soruyor soruyu.
Ahmet Bey öğretmen acınacak durumda. Omuzları çökmüş.
Birden yüksek sesle bağırmağa başlıyor:
“ Eşşek gafalılar ! Ben size anlatmadım mı Missisipi’nin dostumuz Amerika’nın en böyük nehri olduğunu, Meksika Körfezine döküldüğünü, niye unuttunuz?”
Denetmen sert sert baktı Ahmet Bey’e. Elini kaldırdı, susturdu onu.
“ Yeter Muallim Bey, yeter ! Göre Çayı’nın Kızılırmak’a ulaştığını, Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğünü öğretmemişsiniz, dostumuz Amerika’nın ırmağından söz ediyorsunuz. Duvarda harita yok, atlas kullandırmıyorsunuz.
Bu, nasıl bir terbiye anlayışıdır böyle !”
Ahmet Bey sobanın yanındaki tahta sandalyeye çöktü, kaldı.
Sanki, yargıç, ölüm buyruğunu bildirmiş.
Hasan hala ağlıyordu.
Kemal Bey işaret etti, dışarı çıktı burnunu koluyla sile sile..
Sonra, denetmenle birlikte derslikten ayrıldılar, Başöğretmen odasına yürüdüler.
Yıl 1957 idi.
ABD dostumuz, müttefikimiz, bizi aç ve açıkta bırakmayacak, Yunanistan’ın saldırması karşısında koruyup kollayacak akrabamızdı. Biz, ABD askerleri ölmesin diye Kore’de Kunuri’de 700’den çok şehit vermemiş miydik? Elbette bilmeliydik onların Missisipi ırmaklarını, kendi çayımızın, özümüzün adını, nereye gittiğini bilmesek de olurdu.
Prof. Dr. Emrullah Güney
TC Dicle Üniversitesi,
Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü,
Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)